Evreni, uzak gezegenleri ya da gizemlerle dolu okyanusları anlamaya çalışmamızın yanında, insanlar olarak bir yandan da hâlâ kendi bedenlerimizin gizemini çözmeye çalışıyoruz. İnsan vücudunun sağlığını korumak, hastalıklara çözüm bulmak üzere sayısız araştırma yapılıyor ve belki de her gün yeni bir gizem çözülüyor.
Geçtiğimiz bir ay boyunca da tıp bilimi için çığır açıcı pek çok keşif yapıldı. Bu keşiflerden en dikkat çekici olanlara göz atalım.
Geçtiğimiz 1 ayda tıp alanında yapılan önemli keşifler
Kirli havada bulunan zehirli partiküllerin beynimize nasıl ‘sızdığı’ bulundu
Özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanlar için her ne kadar çok ‘umursanmasa da’ hava kirliliği büyük bir sağlık problemi. Kirli havada bulunan zehirli partiküllerin kalp ve akciğerlere verdiği zarar ile ilgili pek çok araştırma var. Yalnızca kirli havaya maruz kalmak diyabet, kalp krizi, yüksek tansiyon gibi pek çok hastalığa neden oluyor.
Bu konuda yürütülen araştırmalardan biri ise bu partiküllerin aynı zamanda beyne de etki ettiğini ve alzheimer, parkinson gibi pek çok hastalığın etkilerine benzer izler bıraktığını ortaya koymuştu. Fakat bu partiküllerin beyne nasıl ulaştığı ve bu etkileri nasıl yarattığı bilinmiyordu. Gerçekleştirilen yeni bir araştırma ise partiküllerin nasıl doğrudan beyne ulaştığını ortaya koydu
İnsan beyninde mikroorganizmaların, zararlı bileşenlerin ve nörotoksin maddelerin geçişini engelleyerek beyni güvende tutan bir kan-beyin bariyeri bulunuyor. Bu sayede kan dolaşımı ile beyne girmesi muhtemel tüm zararlılar engelleniyor. Bilim insanları da kirli havada bulunan partiküllerin de bu bariyere takılarak beyne ulaşmadığını düşünüyorlardı.
Ancak yeni araştırma, bu bilginin geçerli olmadığını ortaya koydu. Buna göre akciğerlere giren zararlı ultra ince partiküller önce kan dolaşımına sızıyor, ardından da insan beynini adeta işgal ediyor.
Fare beyni üzerinde yapılan araştırma aynı zamanda beyindeki partiküllerin vücudun diğer parçalarına kıyasla çok daha uzun süre kaldığını da buldular. Şimdiye kadar bu partiküllerin beyne doğrudan burundan soluma yoluyla ya da bağırsak enzimleri yoluyla girdiği düşünülüyordu. Süreci daha iyi anlamak ise beyne korkunç etkileri olan bu zararlı partiküllerin etkileri ile mücadele için yapılacak çalışmalara rehber niteliğinde olacak.
Kalp krizinin etkilerini iyileştirebilen yeni bir yöntem geliştirildi
Kalp krizi, neredeyse her yaş grubu için ölüm riski olan ve sık görülen bir rahatsızlık. Geçirildikten sonr ise kalp kaslarında bazı ciddi hasarlar bırakıyor. Bu hasarlar şimdiye kadar ‘geri döndürülemez’ olarak bile tanımlanıyordu ve kalp krizi sonrası da hastaların hayatlarına ciddi etkileri oluyordu.
Ancak fareler üzerinde denenen yeni bir yöntem ile kalp krizi sonrası kalp kaslarında oluşan hasarın onarılmasını ve hatta kalp kası hücrelerinin yenilenmesini sağladı. Yöntemin insanlar üzerinde nasıl çalışacağı henüz net olmasa da, elde edilen veriler ile kalp hastalıklarının iyileştirilmesi için kritik bilgilere erişileceği düşünülüyor.
‘Yalnızlığın’ beynin yapısını değiştirdiği keşfedildi
Özellikle pandemi sürecinde ‘sosyal izolasyon’ ve ‘yalnızlık’ tüm dünya için önemli bir konu başlığı halini almıştı. Üstelik pandeminin bıraktığı izlerden biri de ne yazık ki sosyal hayatımıza vurduğu darbe oldu. Fakat yapılan yeni bir araştırma, sosyal izolasyona ve yalnız kalmaya fazla alışmamamız gerektiğini gösteriyor.
Buna göre kişilerin sosyal aktivitelerden uzak kalması, yalnız olması ve yeterince iletişim kurmaması resmen beyin yapısını değiştiriyor.
Yaklaşık 550 bin kişiden elde edilen veriler üzerinde gerçekleştirilen incelemelere göre yalnızlık ve sosyal izolasyon, beynin sesleri işleyen, hafızayı kodlamaya yardımcı olan, dikkat ve planlama gibi işlemleri düzenleyen ve karmaşık bilişsel görevleri gerçekleştiren bölgelerine etki ediyor ve kişilerin daha düşük bilişsel becerilere sahip olmasına neden oluyor.
Aynı zamanda bu kişilerde genel olarak daha düşük düzeyde gri madde bulunuyor. Gri madde, insan beyninde bulunan en kritik maddelerden biri ve bilim insanları bilişsel tüm becerilerin gri maddeye bağlı olduğunu söylüyor. 12 yıllık verilerin incelenmesi sonrası araştırmaya göre yalnızlık ve sosyal izolasyon, demans riskini %26 artırıyor.
İnsan kalbinin bir parçası laboratuvar ortamında sıfırdan üretildi
Gerçekleştirilen yeni bir çalışmada bilim insanları insan kalbinin bir parçası olan bir damar yapısını laboratuvar ortamında üretmeyi başardı. Üretilen damar, gerçek bir kalp gibi atıyor ve sıvı pompalayabiliyor.
Elde edilen damarın kalp araştırmalarında kullanılmak üzere çalışmalara büyük katkı sağlayacağı bu alanda hayvanlar ya da ölü organlar üzerinde yapılan araştırmalara iyi bir alternatif olacağı düşünülüyor. Ayrıca bu sayede kalp yapısının ve kanı pompalama sürecinin çok daha detaylı şekilde incelenebileceği ifade ediliyor.
İki insana daha genetiği değiştirilmiş domuz kalbi nakledildi
Geçtiğimiz aylarda tıp dünyasında büyük bir adım atılmış ve genetiği değiştirilmiş bir domuz kalbi bir insana nakledilmişti. Ancak operasyondan birkaç hafta sonra söz konusu kişi hayatını kaybetmiş, bu da işlemle ilgili soru işaretleri doğurmuştu. Ardından geçtiğimiz günlerde yayınlanan araştırma sonuçlarıyla, hastanın hayatını kaybetmesinin domuz kalbi nakliyle ilişkisi olmadığı açıklanmıştı.
Bu gelişmelerin ardından işleme olan güveni artıracak ve organ naklinde büyük adımların atılmasını sağlayacak yeni bir gelişme yaşandı. İki kişiye daha genetiği değiştirilmiş domuz kalbi nakledildi.
Bu gelişme oldukça önemli çünkü organ nakli uygun organın bulunması sürecini de düşünecek olursak zorlayıcı bir süreç. Fakat genetiği değiştirilmiş organların başarı ile nakledilmesi, bu alanda adeta çığır açarak gelecekteki organ nakli işlemlerini bambaşka bir boyuta taşıyor.
Kan kanseri gibi bazı kanser türlerinin oluşmasına etki eden genler tespit edildi
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir araştırma ile bilim insanları, kan kanserinden kalp hastalıklarına kadar pek çok sağlık problemine etkisi olan ve herhangi bir semptom göstermeden gelişebilen kan hastalıklarına neden olan kalıtsal genetik bozuklukları tespit ettiler.
Şimdiye kadar bu alanda yapılmış en kapsamlı araştırmalardan biri olarak ifade edilen araştırmada, 421 bin 738 kişiden elde edilen veriler incelendi. Neredeyse yarım milyon kişiden elde edilen veriler, kan hastalıklarına neden olan 14 kalıtsal genetik bozukluğu tespit etti. Elde edilen bu veriler sayesinde ölümcül kanserlerin ve kalp hastalıklarının erken teşhisinde ve tedavisinde önemli gelişmeler elde edileceği düşünülüyor.
Kanser tedavisinde yan etkilerin neden oluştuğu tespit edildi
Kanser tedavisinde kullanılan yöntemlerin hastalar üzerinde yan etkilere neden olduğu bilinen bir gerçek. Hatta kimi yan etkiler tedavi sürecinin durdurulmasına ya da yavaşlatılmasına bile sebep olabiliyor.
Yapılan yeni bir araştırma ise bu konuda büyük gelişmelere olanak sunacak bilgiler sağladı. Gerçekleştirilen araştırmada, bazı genetik özelliklerin kanser tedavilerinde oluşan yan etkilerin kaynağı olduğu tespit edildi. Buna göre insan vücudunda bulunan bir sistem olan ve ‘vücudumuza ait olmayanları’ ayrıştırarak yabancı maddeleri dışarıda tutan HLA’nın yapısının bu konuda kilit rol oynadığı tespit edildi.
Çalışmada elde edilen verilere göre HLA’nın genetik yapısı, kişinin kanser tedavisine tepkisini doğrudan etkiliyor. Elde edilen veriler sayesinde kanser hastalarının tedavilerinde yan etkileri azaltarak tedaviyi güçlendirecek önlemler ve gelişmeler yaşanabileceği ifade ediliyor.
Beyin hasarı alan hastaların bilinçlerinin açık olup olmadığını tespit etmek için yeni bir yöntem geliştirildi
Ciddi beyin hasarı alan ve tepki vermeyerek yatağa bağlı yaşayan hastaların geleceklerini etkileyen önemli bir yöntem geliştirildi.
Bu tür vakalarda yoğun bakım ünitesinde hastayı kontrol eden doktorlar, hastaların bilinçlerinin açık olup olmadığını tespit etmek için genellikle yöneltilen sorulara verilen yanıtları ya da uyaranlara açık tepkileri kontrol ediliyor. Örneğin ‘elinizi hareket ettirin’ ya da ‘dilinizi çıkarın’ gibi komutlara tepki vermeyen hastaların ‘bilincinin kapalı olduğu’ varsayılıyor. Ancak tespit için yöntemin yetersiz olduğu düşünülüyordu.
Geliştirilen yeni yöntem ile ise aslında ‘bilinci kapalı’ kabul edilen ve gözle görülen bir tepki vermeyen insanların beyin dalgaları EEG ile incelenerek ‘gizli bilinçleri’ tespit ediliyor. Bu sayede her ne kadar fiziksel olarak tepki vermese de bilinci açık olan hastaların tespiti kolaylaşıyor. Yapay zekadan da destek olan yeni görüntüleme yöntemi şu an için sınırlı sayıda merkezde yapılabiliyor ve özel bir uzmanlık gerektiriyor.
Ancak bu gelişmenin pek çok beyin hasarı halan hastanın geleceğini kurtaracağı ifade ediliyor. Çünkü bazı hastaların aylar sonra bilincini geri kazanarak hayata geri döndüğü vakaların sayısı oldukça fazla ve bunların ‘kim olabileceği’ bilgisini elde etmenin tedavi sürecine de katkı sağlayacağı düşünülüyor.
Beyindeki devrelerin uzaktan kontrolü ilk kez bir saniyeden kısa sürede gerçekleştirildi
Bir grup nöromühendis, beyindeki bazı devrelerin uzaktan kontrol edilmesini sağlayan ve bunu bir saniyeden daha kısa sürede gerçekleştiren bir yöntem geliştirdi.
Çalışmada sinekler kullanıldı ve sineklerin vücutlarını hareket ettirmelerini sağlayan nöronlar manyetik sinyaller gönderilerek aktif edildi. Kanatlara gönderilen sinyalle birlikte kapalı konumda olan kanatlar açıldı. Çalışmayı önemli kılan detay ise bu yeni yöntem ile birlikte uzaktan kontrol edilen beyin devrelerinin bu işlemi bir saniyeden kısa bir sürede yaparak ‘neredeyse beyin kadar hızlı’ çalışması.
Elde edilen veriler sayesinde beyin-makine iletişim teknolojilerinin geliştirilmesi, hastalıkların tedavi edilmesi ve beyinle ilgili daha fazla bilgi edinilmesi sağlanacak.
Gen tedavisi ile ölümcül hastalıkların iyileştirilebilmesi için önemli bir adım atıldı
Gen tedavisi ve gen düzenleme çalışmaları, hastalıklarla mücadelede gelecekte insan hayatının büyük bir parçası olacak gelişmelerden biri. Son yıllarda yoğunlaşan çalışmalarla bu konuda pek çok gelişme yaşandı. Ancak bu yöntem beraberinde bazı tartışmaları da getirdiği için soru işaretleri oluşturan yönleri de var. Tabii ki tüm bunlar, büyük adımların atılmasına engel değil.
Yeni Zelanda’da gerçekleştirilen yeni bir çalışmada ise bir gönüllünün “kötü kolesterol” olarak da bilinen LDL kolesterolünün ortadan kaldırılması için CRISPR teknolojisi kullanıldı. DNA’sında bulunan tek bir harf değiştirilen kişi üzerinde yapılan işlemin tüm gözlemler sonrası başarı ile sonuçlanması, pek çok hastalık için büyük bir gelişme olacak. Tek dozluk bir tedavi yöntemi olarak geliştirilen bu yöntem için araştrırma süreci devam ediyor ve yeni testlerin de daha fazla gönüllü üzerinde yapılacağı ifade ediliyor.